Her şeye bir isim konması da bana komik geliyor.
Zaman yönetimi konusunda normal bir insan acil ve en önemli işleri en önce yapar, önemli ve acil değilse daha sonra yapar. İşte buna da isim koymuşlar, yani ev yanarken yemek yapmaya devam etmiyor ve yangını söndürüyorsanız eğer, bir kısım akıllıya(!) göre "Eisenhower Matrisi" ni kullanarak hareket ediyorsunuz. Eisenhower matrisi olmasa yangını söndürmez yemek yapmaya devam ederdik mazallah.
En yalın haliyle anlatmam gerekirse;
Doğru olmayan bir şeyi söylemeye "yalan söylemek" deniyordu. Bunu, insanlar "kandırmak", "aldatmak" şeklinde de adlandırıyorlardı. Şu günlerde ise ismini değiştirmişler; "PR çalışması" diyorlar.
Mesela kaldırımda yürüyorsunuz önünüzde giden kişi aniden düşüyor derin nefesler almaya başlıyor, etraftaki herkes yanına koşuyor ve yardım etmeye çalışıyor. Bu kişi de bir şeyinin olmadığını söyleyip etraftaki herkesten para istiyor. Siz de kişinin insanları kandırmaya çalıştığını anlıyorsunuz ve belki küfürler edip uzaklaşıyorsunuz. Buna üçkağıtçılık diyoruz. İşte bu eylemin günümüzdeki adı "PR Çalışması".
Bildiğin hırsızlığı "izinsiz ödünç almak" şeklinde adlandırmak gibi bir şey.
Tabi bunu yapanlar aslında vicdanen rahatsız olduğu için bu şekilde yumuşatmak kendilerini iyi hissettiriyor.
Neden 18 yaşının hayata atılma/reşit olma yaşı olduğunu hiç düşündünüz mü?
Mesela bu yaş Amerika'da 21 dir.
Japonya için 20 dir.
Biz de neden 18?
Bizim süper ötesi bilim insanlarımız uzun süren araştırmalar sonucu bu yaşa karar kılmıştır diyebilirsiniz. Keşke araştırma yapmış olsalardı derdim.
Ama benim teorime göre; vakti zamanında bir şeyden anlamayan politikacılarımızın İsviçre medeni kanunu almasıyla 18 yaş biz de de aynen reşit olma yaşı olarak kabul edilmiştir.
Peki 18 yaş İsviçre'de nasıl kabul edilmiştir derseniz, vakti zamanında orta Avrupa'daki Yahudi nüfusuna bakmanızı tavsiye ederdim. Zira 18 sayısı Yahudiler için önemli bir sayıdır. Hayat kelimesinin sayı olarak karşılığıdır aynı zamanda Yahudilerin dini kitabı Talmud'da evlilik yaşı olarak 18 gösterilir;
Nonetheless in the Talmud; Pirkei Avot (5:25), Rabbi Yehuda ben Teime gives the age of 18 as the appropriate age to get married. At the end of the bar or bat mitzvah, the boy or girl is showered with candies, which act as "sweet blessings". Besides the actual ceremony, there usually is a bar or bat mitzvah party.
Müslüman ülkeler hakkında araştırma yaparken genelde yanlış bilgilerle boğuşuyorum ve bunları ayırmam teyit etmem zaman alıyor. Benden sonra araştırma yapan arkadaşların böyle bilgilerle boğuşmaması için derlediğim bilgileri bu başlık altına toplamaya karar verdim. Yanlış, eksik veya eklememi dilediğiniz bilgi var ise, yorum olarak belirtirseniz sevinirim.
Kenevir, hep kötü bilirdim. Meğer kötü olarak yansıtılmasının bir sebebi varmış.. Araştırma yaparken tesadüfen denk geldim aşağıdaki yazıya, okumanızı tavsiye ederim. Buyrunuz;
“Eğer zorda kalırsan, İçinden çıkılamaz bir durumdaysan, Atatürk gibi düşün” - İsveç Atasözü ( “If you are in trouble, if it is inextricable, think like Ataturk” - Swedish Proverb ) ( Yada When you feel hopeless think like Atatürk.) (”Çaresiz kaldığında Atatürk gibi düşün” olarak da biliniyor. )Araştırınca sözün diğer versiyonlarını buldum;
Atatürk gibi düşün - Norveççe deyim Atatürk gibi ol - Norveççe deyimBu sözün doğruluğunu araştırdım, pek çok Türk arkadaş yabancı forumlarda bu sözler İsveççe'de ve Norveççe'de geçiyor mu diye sormuşlar. Hepsi olumsuz cevap almışlar. Yani bu sözler İsveççe'de ve Norveççe'de yok..
2004 de bir konferans veriyorum birden bir hanımefendi ayağa fırladı. Dediki “Ben Norveçliyim ve şu anda Norveç'te çok sık kullandığımız bir deyim var, bu deyimin anlamını anladım” dedi. Hanımefendi “nedir o deyim” dedim. “Norveççe'de "ATATÜRK gibi düşünmek” deyimi var. Çok sık kullanırız bu deyimi" “nerelerde kullanırsınız” dediğimde “Hani bir problem veririz çöz diye o da tembellik eder çözmez. Deriz ki ona bu problemin mutlaka çözümü var. Birde ATATÜRK gibi düşün”. O gün otelime geldim televizyonu açtım o kadar çok kişiye bir de ATATÜRK gibi düşün dediğimi hatırlıyorumki galiba Norveççe'den çok bizim dilimizin bu deyime fazlasıyla ihtiyacı var diye düşünmeden de edemedim.
Genç Türk işadamı Utku Oğuz, bilgisayarında kayıtlı son Atatürk fotoğrafını Projeksiyon makinesinin aydınlattığı duvara yansıtıp sözlerini tamamladı: - İşte, Anadolu aydınlanmasının temeli olan Türk Devrimi budur… Perugia'nın önde gelen kişilerinin oluşturduğu Felsefe ve Tarih Kulübü'nün üyeleri ve konuklar büyük bir coşkuyla alkışladırlar genç adamı. Genç adam da bir saatlik ‘1918 - 1939 arası Türkiye ve Atatürk Reformları’ konferansının gördüğü ilgiden mutlu, biraz da şaşkındı! Kulübün başkan yardımcısı İtalyan dostu bir süre önce, “Şu hayranı olduğun ve her karşılaşmamızda bana anlatıp durduğun Atatürk'ü bizim kulüp üyelerine de anlatır mısın?” dediğinde hiç tereddütsüz kabul etmiş, ama böylesine yoğun bir ilgi ve heyecanla karşılanacağını düşünmemişti…Ve deyim kullanılıyor;
Ama Utku Oğuz için o 18 mayıs gecesini asla unutulmayacak kılan yorum, orada konuk olarak bulunan yaşlı bir Norveç'liden geldi: - Norveç dilinde “Mustafa Kemal gibi düşünmek” diye bir deyim vardır… Herhangi bir problem karşısında, çözümü imkânsız olduğu düşüncesiyle hemen kestirmeden teslim olma eğiliminde olan, ne yapıp edip bir çözüm üretmek için yaratıcılığını zorlama zahmetine katlanmak istemeyen ruh ve zihin tembeli kişilere söylenir bu söz… Bu tip insanlara derhal, “Hayır, yanılıyorsun bu problemin mutlaka bir çözümü olmalı, biraz da Mustafa Kemal gibi düşün” deriz… Ancak sizin bu geceki sunuşunuzdan sonra bu sözün arkasındaki anlamı çok daha derin bir şekilde kavramış durumdayım; bu güzel fotoğraflar eşliğinde yaptığınız sunşunuz bana bu yaşımda bir şey daha öğretti; yani benim anadilim olan Norveççeye yerleşmiş olan eski bir deyimin arkasındaki gerçek ve derin anlamı! Size bunun için minnettarım… Genç Türk'ün gözleri yaşardı… Dünyanın bir başka ucundaki ülkenin anadilinde bir deyim olarak yerleşmiş büyük devrimciyi bir kez daha minnet ve özlemle andı. Yalnızca bir saatlik bir konferans olarak planlanan gece ancek 19 Mayıs'ın ilk saatlerinde sona erebildi. Saatlerce süren tartışma ve yorumlar ise şu ortak yargıyla sonuçlandı: - Atatürk Devrimleri bütün ülkelere uygulanabilecek evrensel bir reçetedir. Zira din ve etnik ayrım temellerine dayanmayan çağdaş devlet modeli ne kadar çok ülkede uygulanırsa, dünya o kadar daha huzur ve barış içinde bir yer olacaktır… Genç adam gecenin sessizliğinde yürürken büyük bir iç sızısıyla “Türk Devrimi'ni yıkmak için yola çıkan kerşı devrimciliğin ülkeyi sürüklediği bataklığı, "Başka çare yok” diyerek IMF'nin önünde boyun büken siyasetçileri" düşündü. Sonra büyük bir heyecan ve coşkuyla yaşlı Norveçli'nin bu kölelik zincirini kırmak için müthiş bir formül sunduğunu anımsadı
Atatürk'ün düşünce yapısı ile ilgili bilgiler içermesini bekliyordum. Lakin kitap tamamen Celal Bayar'ın siyasi görüşlerinden oluşmakta. 184 sayfalık bu kitapta, Atatürk'ün düşünce sistemiyle alakalı 10 sayfa yer yoktur. Celal Bayar kendi düşüncelerini, Atatürk üzerinden dile getirmiş diyelim. Çok sığ buldum. Okumanızı, zaman kaybetmenizi tavsiye etmem.Ayrıca İsmail Tezgel’in de “Aklın ve Bilimin Işığında Atatürk Gibi Düşünmek” adında bir kitabı vardır. Not 6(03.2016): Norveçi, İsveçi geçtim gün itibariyle bir gazete yazarı şunu yazmış yeni farkettim.
Atatürk gibi düşünmek” Finlandiya’da yaygın olarak kullanılan bir deyimmiş. İlknur Kalıpçı’nın Nazilli’deki güzel söyleşisini izlemeseydim, öğrenemeyecektim. Usun (akılın) önde olduğu, duygusallıktan ırak, mantıklı, bilimsel düşünmeye, Atatürk gibi düşünmek diyorlarmış.Arkadaş, Finlandiya’yı nereden çıkardınız?? Not 7(03.2016): Gürkan Genç arkadaşımız bloğunda Norveç seyahatinde böyle bir deyimin olmadığını bizzat Norveçlilere sorarak teyit etmiştir.
Türkiye’de sık söylenen Norveç deyimi “Atatürk gibi düşün” aslında kocaman bir yalan, onların böyle bir deyimi yok, hatta İsveç’de de böyle bir deyim veya özlü söz hiç söylenmemiş.Not 8(11.2016): Bu sözün olduğunu iddia eden arkadaşlar sözü orjinal dilinde kaynak göstererek bulabilirlerse, buraya da ekleyebiliriz insanlarda öğrensin. (Ki yok, olmayan bir şeyi bulamazsınız.) Bana bu söz vardır şeklinde mail atmanız sözün var olduğunu ispatlamaz
İlknur Güntürkün Kalıpçı… 26 yıllık Atatürk araştırmacısı. "Atatürk kimdir?“ konulu videosunu facebook'daki bir paylaşımda izlediğimde , göz yaşlarımı tutamadım. "Yok "dedim , "böyle güzel insanlar var olduğu müddetçe bizim sırtımızı yere getiremeyecekler, ne kadar gayret etseler de”… Okullarda bize, "pembe boyalı ev “ , "kardeşi ile karga kovalama maceraları ” benzeri anlatılanların ne kadar yetersiz olduğunu , kendisinin de bu kadar yıllık Atatürk araştırmacısı olmasına karşın , anlattığı kaynaklara yeni ulaşabildiğini söylüyor , bu eli öpülesi profesörümüz. Videodan aklımda kalanları paragraflar şeklinde aktaracağım. İlgilenenler bahis konusu prfesörün isminden ilgili videoya ulaşabilirler. … Başkaları gibi, bir de biz ; özellikle bugünlerde "Bi'de Atatürk gibi düşünebilsek…“ çözülmez sandığımız ne sorunların üstesinden gelebileceğiz kimbilir…Not 11(12.2017): Şunu da belirteyim; sanmayın ki bu "olmayan bir şeyi varmış" gibi gösterme olayı sadece bize mahsus. Hatta bizdeki devede kulak kalıyor bile diyebilirim. Örneğin deyim orjinalde "Türk gibi güçlü".. fakat öyle kaynaklara rastlıyorum ki Ermeni kaynaklara göre "Ermeni gibi güçlü", Alman kaynaklara göre "Alman gibi güçlü", Rum kaynaklara göre "Rum gibi güçlü", Sırp kaynaklara göre "Sırp gibi güçlü" şeklinde yansıtılıyor. Hatta maalesef bazı yabancı siteler kasıtlı olarak ırkçı sözleri Türkçe'de varmış gibi yansıtıyor. Örnek vermek gerekirse Litvanya tabanlı bir sitede Türkçe'de "Hiç bir zaman bir Rum'a arkanı dönme" şeklinde bir atasözü olduğu iddia edilmiş. Halbuki öyle bir atasözü Türkçe'de mevcut değil. Ve bu söz tamamen kötü niyetli birileri tarafından ortaya atılmış bir söz. (Aklıma gelmişken Fetöcülerin internet sitesi serverları da hep Litvanya'dan çıkmıştı..) Not 12 (01.2018): Ayrıca yenice fark ettim, İlknur Hanım 2004'de bir konferansta böyle bir şey yaşandığını yazmış. Fakat bir sözlükte 2002 yılında şöyle bir yazı paylaşılmış;
mustafa kemal gibi düşünmek “Herhangi bir problem karşısında, çözümü imkânsız olduğu düşüncesiyle hemen kestirmeden teslim olma eğiliminde olan, ne yapıp edip bir çözüm üretmek için yaratıcılığını zorlama zahmetine katlanmak istemeyen ruh ve zihin tembeli kişilere söylenen, Norveç diline yerleşmiş eski bir deyim.” (23.07.2002 - nausean)Tahmin edebileceğiniz gibi bu yazının hiç bir dayanağı yok. Fakat buradan anlaşılan o ki; İlknur hanım 2002 yılında bir sözlükte yazılan yukarıdaki ilgili yazıyı görmüş, 2004 yılında hikayeleştirmiş, hikayeyi kitabında yazmış, panellerde ve konuşmalarda böyle bir şey yaşanmış gibi anlatmıştır. Sonrası malum, inanan herkes her ortamda bu sözü varmış gibi paylaşır hale gelmiştir. Esenlikle, Benan Çetin ilk yazı tarihi: 21.08.2012-10:37 A.M. / son kaynak: toncha
+ Atarsa doğan güneş ( Atarsa 1 ) (Atarsa Adana):
Yani doğan güneşle beraber askerliğim bitiyor. Yani şafak bitmiş, tam gün kalmamış, şafak 1 veya 1 bile değil, güneşin doğmasıyla askerliğim bitiyor. Atarsa Adana şeklinde de bilinir. Adana'nın plakası 01 dir. O yüzden "Atarsa Adana" = "Atarsa 1" = 1 gün sonra askerliğim bitiyor.+ Atarsa 3:
Bugün dışında 3 gün sonra askerliğim bitiyor.+ Atarsa 3 çarşı
Genelde askerlerin haftada bir defa çarşı izni olur, 3 çarşı = 3 hafta ya denk gelir, yani 3 hafta sonra askerliğim bitiyor demektir.+ Atarsa 2 çarşaf:
Haftada bir çarşaf değiştirilir, 2 hafta sonra askerliğim bitiyor demektir.+ Atarsa istanbul:
İstanbulun plakası 34, yani 34 gün sonra askerliğim bitiyor.+ Atarsa Amerika:
Plakalara düşmedim (Plaka numaraları en fazla 81 = Osmaniye, dolayısı ile benim şafak 81 den fazla, yani Türkiye sınırları dışında.)+ Atarsa Papua Yeni Gine:
Atarsa Amerika bile değil. Şafağa çok çok var nerden baksan 200+ gün var.+ Atarsa Karanlık:
200+ gün var, aydınlık, şafak filan yok.+ Atarsa bu (siyah bişeyi gösterir):
Yine şafak karanlık demektir, 200+ gün var.+ Atmıyor
Şafak karanlık demektir, zaman geçmiyor anlamında.
Baba yatar şafak atar (ranzanın altına yazılır, yattıkça şafak geçer anlamında) Atarsa çarşı Ne yarbay ne albay atarsa bye bye Ne mg3 ne g3 atarsa üç Atarsa dokuz haftaya yokuz
Son yıllarda çocuk, yaşlı fark etmez, gün içinde saldırıya uğrayan, kaçırılan veya öldürülen kurbanların sayısının artmasından dolayı yazılan bu yazıyı dikkatle okuyun. Ülkemizde; özellikle de İstanbul’da durum farklı olmadığı için, uyarmak üzere sevdiklerinizle de paylaşın.
1) Vücudun en sert ve dayanıklı bölgesi olduğu için en iyi silahınız dirseğinizdir. Kullanacak kadar yakınsanız, dirseğinizi savunma silahı olarak kullanınız.
2) Hırsız sizden cüzdanınızı istiyorsa, cüzdanı ona vermeyin. Bunun yerine, cüzdanı uzak bir yere fırlatmayı deneyin. Hırsız sizden çok cüzdanla ilgilenirse, ters istikamete doğru hızla kaçın.
3) Herhangi bir şekilde bir arabanın bagajında kilitli kalırsanız, ayağınızla arka farları kırıp çıkartmaya çalışın. Oluşan boşluktan elinizi dışarı çıkarıp sallayarak dikkat çekmeniz mümkün olabilir. Aracın şoförü elinizi göremez, fakat arkadan gelen araçlar sizin zor durumda olduğunuzu fark edebilir.
4) Özellikle kadın sürücüler, iş çıkışı, alışveriş vb. faaliyetlerden sonra, arabalarına binip bir şeylerle uğraşma eğilimindeler. Çanta düzeltme, makyaj tazeleme, cüzdan yerleştirme, fatura kontrolü gibi. Bunu yapmayın! Bu süre, kötü niyetli kişilere aracın sağ veya arka koltuğuna binip, başınıza bir silah tutma zamanı ve imkánı verir. Aracınıza biner binmez kapıları kilitleyip, hemen hareket edin.
5) Aracınıza park yerlerinde veya evinizin önünde binerken dikkat etmeniz için birkaç öneri: n Otomobile binmeden önce sağınıza, solunuza, arkanıza, ön ve arka koltuklara ve yerlere bakarak, etrafı şüpheli durumlar-kişiler için kontrol edin. n Şayet aracınızın yanına büyük bir kamyon veya TIR park etmişse, aracınıza şoför kapısından değil, yan kapıdan girin. Birçok seri katilin, kurban kendi aracına binerken, kurbanlarını büyük araçların içine çektikleri tespit edilmiştir. n Aracınızın yanına park etmiş olan aracın yan koltuğunda tek başına bir erkek oturuyorsa, belki alışveriş merkezine geri dönmek, sonra geri gelmek veya bir güvenlik görevlisinin sizi izlemesini rica etmek uygun olacaktır. Unutmayın ki, temkinli olmak, pişman olmaktan daha iyidir. Paranoyak olmak, ölmüş olmaktan daha iyidir!
6) Merdivenleri kullanmaktansa, asansörü tercih edin. Issız merdivenler ve merdiven boşlukları her tür suç ve şiddet için uygun mekanlar, özellikle de geceleri.
7) Saldırganın bir silahı varsa ve siz onun kontrolü altında değilseniz, kaçın. Sizi kaçarken vurma ihtimali 100’de 4. Vursa bile, kurşunun yaşamsal bir organa gelme ihtimali daha da düşük. Koşarak kaçın, hatta yapabilirseniz, zikzak çizerek kaçın.
8) Kadınların çok duygusal ve sempatik yaklaşımları olduğu bilinen bir gerçek. Bu devirde bundan vazgeçin. Bazı seri katiller bunu kullanmak için, ayağı kırılmış, bastona ihtiyacı olan, sakat kişiler rolünü oynar. Aracına binmesine yardımcı olmanızı isteyebilir ve orada sizi son kurbanına çevirebilir.
9) Son zamanlarda katil veya hırsızlar, kurban seçtikleri ve yalnız olduklarını bildikleri kadınların kapısının önüne, bebek veya çocuk ağlaması kaydedilmiş teypler bırakıyormuş. Bu sesi duyan kadınlar meraktan veya merhametten kapıyı açtığında saldırıya uğrayabilirler. Lütfen her tür olağan dışı ses, gürültü vs.’de mutlaka önce yardım çağırın.
Bu hikayeyi duymuş olabilirsiniz, pek çok değişik versiyonu var, yalnız bana anlatılan ilk ağızdan..
Hikaye şu şekildedir:
Kapalı çarşıda ünlü bir kuyumcuya (isim vermiyorum) bir gün avrupadan kadın bir müşteri gelir, Kuyumcu kendisine bir zümrüt satar, kadın geri ülkesine döner, zümrütü boynuna takar, sonra bu zümrütün rengi değişmeye başlar. Kadın bakar renk değişir, zümrütü bir kenara koyar ve İstanbula geldiğinde kuyumcunun yakasına yapışır.
Kuyumcuya bunun gerçek zümrüt olmadığını, renk değiştirdiğini söyler.
Kuyumcunun rengi değişir, sonrasında çalışanlarını toplar ve der ki;“Siz Ağlayan Zümrüt” ü nasıl satarsınız?”
Kadının yanında çalışanlarına kızar, ve kadından “Ağlayan Zümrüt” ü geri alabileceğini söyler. Kadın, elindeki parçanın çok değerli olduğunu düşünüp zümrütü vermek istemez. Ve zümrütü vermeden ülkesine geri döner.
Sonra bu hikaye efsane halini alır,
Ayrıca bu hikayenin pek çok versiyonu mevcut internette,
İnternette dolaşan versiyonu ise:
unlu bir kuyumcu cok zengin iranli bir musteriye $100.000 gibi bir ucretle nadide bir parca oldugunu soyledigi zumrut bir yuzuk satar. aylar sonra kadin dukkana elinde rengi oldukca acilmis olan yuzukle geri doner. kaziklandigini dusunerek sinirle dukkani birbirine katar ve parasini geri ister. dukkanin sahibi, unu ve turkiye'de ki sayili markalardan biri olmasinin verdigi ozguvenle (!) kadina birak alttan almayi sinirle bagirmaya baslar;
“ben bu yuzugu sizin gibi mucevherden anlamayan birinde birakacagima kiymetini bilen bir musterimin kullanmasini tercih ederim, bizim isimiz tuccarlik degil, biz bu isi sanat olarak goruyoruz. paranizi hemen hesabiniza yatiriyorum” deyip yol verince, kadin tasin anlayamadigi ozelligini merak eder ve kuyumculukta efsane haline gelmis su cevabi alir;
“hanimefendi bu yuzuk aglayan zumruttur, belirli donemlerde agladigi icin renginde sizin solma diye tabir ettiginiz acikliklar belirir.”
bu aciklamanin ustune kadin memnun bir sekilde $5000 bile etmeyen aglayan zumrutlu yuzuguyle dukkandan cikar.
Hikayeyi anlatan ise kapalı çarşıda başka bir kuyumcu,
Turistlere bakış açımızı özetleyecek bir başka olay..
"What you look is me, what you see is you." - Anonym